Sılaya dönüş nasıl bişey bilen var mı? Ya da merak eden? Ben ettim. Döndüm. 15 gün kadarını bile harcadım. Ya da daha fazlasını, emin değilim. Uçaktan iniyorsunuz ve herşey aynı, sen de aynısın. Herşey farklı, sen de farklısın. Herşey nasıl bıraktıysan öyle ve yine neredeyse herşey tamamen değişmiş. İlk ayırdına vardığınız şey insan ilişkileri. Değişmiş ya da zaten öyleymiş farketmeye başlamışsınız ama değildi ya, böyle değildi hiç bişey.

İlk önce yabancısadım memleketi. İstanbul'a inmiştim, gece otobüse kadar da arkadaşlarla görüşecektim. Önce heryerde Türkçe duymayı ardından Kadıköy otobüsünü garipsedim. Onca yolu teptikten sonra Kadıköy'deydim. Trafik, insanlar, koşturmaca, kalabalık hepsi farklıydı. İnsanlar farklıydı, giyim kuşam, herşey.

Ben hep aynı kaldım sanıyordum. Değilmişim. Susmuşum ben ya artık. O neşeli ben gitmiş gibi, konuşkan olan. Hala susuyorum, iletişimim zorlaşmış insanlarla. Ne nemrut adam olmuşum ya. Git gide içime dönmüşüm, bi yalnızlaşmışım. Hayal bile kurmaz olmuşum, umutsuz olmuşum.

Ankara'ya vardığımda ise durum daha içler acısıydı. Daha önceden mi farkedemedim yoksa sonradan mı böyle olduğunu anlayamadığım bir takım olaylar vardı. Sevgilisinden başka hiçbir mal varlığı olmayan birkaç arkadaşım, ailesinden başkasına vakit ayıramayan arkadaşım, "hasretinden ölüyom" demesine rağmen geldiğimde aramayan eski bir arkadaşım, bana hiç vakit ayıramayan olmazsa olmaz arkadaşım, Viyana hakkında kafasında milyonlarca soru olmasına rağmen aramayan arkadaşım, silah altına alınmasına rağmen mallığından taviz vermeyen arkadaşım, Ankara'da bulunmadığını bildiğim ama geldiğimden bu yana ne sanalda ne telefonda görüştüğüm arkadaşım, evinden nadiren burnunu çıkaran arkadaşım, birkaç arkadaşım sandığım insan, can dostum güzel insan.. Hepiniz hep mi böyleydiniz yoksa herşey bu geçen beş buçuk ayda mı değişti? Tamam birkaçı bırakıp giderken de böyleydi ama ya bu denli değildi ya da hakkaten ben hiç bişeyin farkında değilmişim.

Ailemle bile ki ailem canımdır, en yaratıcı geyiklerin çıktığı ortamdır aile ortamım ona bile tekrar adapte olmam 3-5 günümü aldı.

İşin özü, sanırım hiç birşey bıraktığınız gibi kalmıyor. Biliyorum herşey illaki değişir ama bu denli boka saracağını hiç düşünmemiştim.

Ayrıca, yalnızlaştırıyorsun beni blogspot.
dahası...


- Ha gayret, aç gözlerini.
- Güneş henüz görünmüyor.
- Biliyorum ama direnmelisin.
- Bu saatte mi?
- Saatin ne önemi var? Nasılsın?
- Bitkin. Sanırım açım, emin değilim.
- Kaldır kafanı!
- Hayır!
- Ömrün boyunca böyle kalamazsın! Diren!
- Neye?
- En azından yüzünü yıka.
- Saat daha çok erken.
- ...
- öğhööö öğhööö sanırım ölüyorum. Benden bu kadar. Göğsüm çok acıyor.
- Buldum. Sıcak ve bol şekerli birşeyler iç. Annen sana ballı şerbet yapardı hatırlar mısın?
- Evet! Tamam kalkıyorum.

Tuvalete doğru birkaç adım.

- Aaah miidem! böğğhhhhgg. Sadece yeşil bir sıvı. Sanırım günlerdir birşey yemiyorum. Ne olabilir bu? Güneş mi çarptı acaba?
- Sanırım öyle.
- Tamam suyu koyuyorum, kapiçunomuz var, bolca da şeker. Ayağa dikilmem lazım. Çok işim var. Yarın yola çıkıyorum. Hasta olarak gitmek istemiyorum.
- Hah şöyle.
- Üşüyorum..
- Şunu iç kendine geleceksin. Hadii.
- Aaah çok şekerli ama işe yarıyor sanırım. Terlemeye bile başladım.
- Çok güzel. Erken kalkmanın nimetlerinden yararlan şimdi de. Önce kendini, sonra eşyalarını en son da bulaşık ve ortalığı toparla. Bunun için yeterince vaktin var.
- Nele'yle görüşmedik.
- Arayacağım demişti, aramadı.
- Öyle. Sanırım herşeye karşı özgüvenim bir toz bulutu gibi dağılmaya başladı.
- Neden?
- Bilmem. Sence neden olabilir?
- İnan bir fikrim yok. Sanırım buralardan bir süre uzaklaşmak iyi gelecek. Bir dahaki dönem için düzgün bir yol haritası çizmem gerekli. Geldiğimde Almancamın içine edilmiş olacak.
- Öyle düşünme, orada da çalışabilirsin Almanca.
- Çalışır mıyım?
- Çalışmalısın.
- Sanırım özgüven eksikliğin enerji eksikliğimden kaynaklanıyor.
- Kesinlikle.
- Düşünsene, Ankara'dayken hiç birşey yapmasam bile sürekli bir enerji patlaması içerisindeydim, moral ve pozitif enerji verebilecek milyon tane insan vardı etrafımda. Burada ise memleketteki insanlara bile ben enerji yolluyrum. Ben de insanım, enerjim sınırlı.
- Biliyorum.
- Sadece biliyorsun zaten. Yardımcı ol!
- Ne yapabilirim? Kendini gayet iyi analiz eden birisin. İyi ve kötü yönlerinle.
- Sanırım hayatımdaki cahil ve negatif insanları çıkararak başlayabilirim işe, yahut onları birazcık değiştirerek. Viyana'da insanların yüzüne gülüp, arkalarından sinir olmaktan bıktım. Çaresiz gibi hep aynı insanların kıçının dibinden ayrılmamaktan.
- Ayrıca sanırım insanları tanıdıkça çok farklı idealler görüyorsun, kafan allak bullak olmuş durumda.
- Haklısın.
- Eee 2. bardakta bitti sayılır, daha iyi misin?
- Sanırım.
- Bi gayretle kalkıp bavulunu yerleştirmeye ne dersin?
- Başka çarem yok sanırım.
- Hadi bakalım.
- Teşekkürler, sen de olmasan..
- Ben hep buradayım, ihtiyacın olduğunda sadece danışman yeterli. Toparlan artık. Yarın son hazırlıklarını yapıyor olacaksın.
- Tamam.
dahası...


Şu an bunları size ölüm döşeğimden bildiriyorum. Sanırım pek bir vaktim kalmadı. 2 gündür ölümü bekleyen hasta modunda kafamı yastıktan kaldırmadan yatıyorum, sonrasında "ha gayret" diyerek biraz kendime gelmek için dikiliyorum ama nafile.

Herşey bundan 2 gün önce arkadaşın "iş var çalışır mısın? Ev taşıyacağız." demesiyle başladı. Tamam dememin ardından 6 saat geçti ve taşıyacağımız evin önündeydik. Sevimli Avusturya2lı bir müzisyen ve eşi. Eşi hamileymiş, o yüzden daha geniş bir eve taşınıyorlardı. Herşey tamam. Ev 2. katta, asansör yok tabii ki. Eşya taşımasanız bile orayı 50 kez inip çıksanız haliniz kalmaz. Bunu eşyalarla yaptık. Tamam çok fazla eşya yoktu ancak o kadar fazla koli vardı ki ve hepsi de kitap ve cd, eşek ölüsü gibilerdi. Tamam güç bela ne varsa arabaya yükledik, sıra bunları indirmeye geldi. Ben yapabileceğimden kuşkuluydum ancak bir gazla o da bitti. Buraya kadar herşey normal dimi? Spor olarak sadece klavyede yazı yazan ya da arada bir bisiklete binen biris için 5 saat boyunca bişeyi indirip kaldırmak nasıl bir iştir tahmin edebiliyor musun? Hiç sanmıyorum. Çok temiz 50 kaat para aldık 5 saat çalışmadan ama akşamına artık bitmiş bir insandım. Eve geldiğimde saat 7 falandı sanırım ve yatağa nasıl devrildiğimi hatırlamıyorum. Gece acıdan ağlayacaktım artık, çok çaresiz hissediyordum.

Ertesi günde ise artık adım atmak, kolu kıpırdatmak imkansız hale gelmişti. Ama yapılması gereken işlerim vardı, pazartesi dönüyorum memlekete ve hala evi bok götürüyor misal. Telefonla ilgili yapmam gerekenler var ve vücudum beyinden gelen hiç bir dalgaya itaat etmiyor. Msnde anneden birkaç öğüt aldık. Bişeyler atıştırıp ağrı kesici yuttum, azıcık kesilir gibiydi ama hala kımıldamak imkansız. Buradan 5-6 bilemedin 7 km bir yere gitmem gerekli. Ya metro kartı alıp metroyla gidecektim ya da her zamanki yöntemle yani bisiklet. Annemin tavsiyesi bisiklet yönünde oldu, bana da mantıklı geldi. Hareket edersem açılırdı bacaklar. Atladım bisiklete, başladım pedalı çevirmeye. Önceleri çok ızdıraplı olsa da sonradan alıştı bacak, gidiyodum yani yavaş yavaş. Gitmem gereken yerlere uğradım ardından bir arakdaşı aradım ve onunla çikolata alışverişine çıkmaya karar verdik. Mariahilfer, Karlsplatz, Museumsquartier falan filan, halim olmamasına rağmen devam ediyoruz. En son Schwedenplatz'dan abur cubur yüklenip Stadtpark'ta soluğu aldık. Buradakilere festival yapmak için mazerete sebep yokmuş onu anladım. Su festivali varmış Stadtpark'ta. Biz gittiğimizde sound check yapıyorlardı. Deli bir teyze kahkaha ata ata bir aşşa bi yukarı yürüyordu, nasıl imrendim teyzeye. Sanırım hala delirmek ideallerimden birisi. Sonra o teyze junkylerin yanına gitti onlarla takılmaya devam etti. Bi aile geldi tam önümüze onlar da çocuklarıyla oynuyorlardı. En fazla 3 yaşında falan olan bi kızla babasının oyununu görmeniz gerekirdi. Çocuk olmakta çok güzel şey diye geçirdim içimden.

Marilyn Manson ve David Lynch'in sergisine de gittik. Manson'ın resim yaptığını zaten biliyodum, bi kça resmini de internette görmüştüm zaten ama yakından görmek ayrı bir havaymış. Genelde sulu boya ile yapıyor resimlerini. David Lynch ise 3 adet kısa film ile katılmış Manson'ın sergisine. Ama filmler de pek bir feciydi kardeşim. Manyak mısın deli misin nesin?

Dönüş yolunda bisikletle gelecektim lakin bisikletin koltuğu arıza vermeye başlayınca yolculuk çekilmez hale geldi. İnan o yorgunluk, heryerin ağrıması, ve de bozuk bir koltuk hepsinin bir araya gelmesi bir insanı canından bezdirmeye yeter de artar bile sanırım.

Bugün taşıma işinin üstünden 2 gün geçti ama hala heryerim ağrıyor, başım dönüyor, halsizim, gereksiz terlemelerim, burun akıntım, balgam ve göğüs ağrım var. Sanırım buraya kadar. Memleketi son bir kez daha göremeden buralarda ölüp kalacağım sanırım. Cesedimi götürün lan, buralarda bırakmayın.
dahası...


İnsanlara tahammülüm giderek azalıyor. Önceleri ne kadar da sakin ve sabırlı bir adamdım halbuki. Neyin beni bu hale getirdiği hakkında pek bir fikrim yok. Sanırım artık beni anlamayan insanlara kendimi anlatmaktan yoruluyorum. Anlamayan insanlara birşeyi 3. kez anlatırken yoruluyorum. Cahil insanları artık cehaletinden kurtarmaya uğraşmıyorum. Yanlış bilgiler duyunca sadece gülüyorum. Saçma fikirlere bile "he" diyorum, nası biliyosanız öyle olsun, araştırmayın. Burnunuzun dikine gidin. Öğrenmeyin. Öğrenseniz de birşey değişmeyecek zaten. Gereksiz insanları bünyem kaldırmıyor artık. "Ne olursan ol, gel" diyebiliyordum önceden. Şu anda "git" diyorum. Tamamen çığrımdan çıkmadan bir yardım. Noolur. Esra. Bunu kaçıncı kez yaptım bilmiyorum ama yine muhabbetin ortasında başka bir işim çıkmasından ötürü yarım bıraktım konuşmamızı. Ne kadar da iyi geliyorsun oysa bünyeye. Seninle muhabbet eden birisinin suratının asılması olanaksız gibi. Burada senin gibi, Anıl, Gizem, Çağla, Dilek, Laz, Kençal, Erhan vs gibi arkadaşlarımın olmasını o kadar çok isterdim ki.

Canımı da sıkan bu aslen. O günlerin geride kaldığını bilmek. Her devrim sancılıdır. Kendi devrimim içerisindeyim, çok sancılı, aklın almaz.

Bu arada teşekkürler Esra, emesene tam vaktinde yetiştin, seviyorum seni ^_^
dahası...


Şu anda yapması en zor şeylerden birisi buraya yazı yazmak sanırım. Üşengeçlik abidesi durumuma geri döndüm. Halbuki ne güzel geçiyordu dün günüm. Her ne kadar dün de zor olsa da..

Viyana'da yaşamak zor derken acaba dünkü durumumuzdan ötürü mü dediler diye epey kafa yordum. Uzun süreli ev hapsinden sonra gözü karartıp bisikletlerle şehir meydanına inmeye karar verdik. Marilyn Manson'ın sergisi vardı onu görecektik bi de gitmişken hem Stephansplatz'da falan gezeriz dedik ya da Kunsthalle'de pinekleriz falan. Sonra sergiden sonraki planların pek hoş olmadığını anladık. Öncelikle aşırı nem ve sıcaktan dolayı kıçımızdan ter geldi Museumsquartier'a varana kadar. Varmamız da pek iç açıcı olmadı. Birbirinden taş giyinmemiş ablalar karşıladı bizi şehir meydanında. Gerçekten çok zor. Gözlerimiz artık etrafta çirkin arar oldu. olabildiğince kafamızı öne eğip etrafla ilgilenmemeye çalışsakta pek başarılı olamadık. Zaten Manson'ın sergisini de bulamadık. En iyisi Dom'un oralra gidip kalabalığa karışmak. Yİne iyi bir fikir değil. Giyinmemiş ablalar buralarda da varlar. Çok zor! Sanırım zor olan yalnızlık. Sevişmek çok güzel bişey olmasına rağmen sevişememek bi o kadar koyuyor. Bu satırlardan abaza bir insan olduğumu da çıkarabilirsiniz. Bazı literatürlerde bunun karşılığı abazalık olarak geçebilir, doğrudur ama benimki abazalıktan ziyade sevgi açlığı.

Almancayı tam oturtamadığım için özgüvenim de yitiyor ufaktan. Toparlanmam lazım. Buraya gelen insanın ya Almancası yeterince güçlü olmalı ya da yalnız gelmemeli. Yalnızlık başa beal burada.

Bir de dil kursu her ne kadar insanlarla kaynaşmak için ideal bir yer gibi olsa da genelde kaynaştığın yine kendi memleketinden insanlar oluyor. Herkes kendi muhitiyle birlikte hep. Ex-Yugo'lar birbirleriyle, Türkler keza, ve diğer Asya ve Afrika insanları. Yani kursta öyle "ohoo çok uluslararası bir ortam oluşacak, ortamın mına koyacam" falan diye düşünen varsa hayal kırıklığına uğrar muhtemelen. Çevrenizi ya dışarıda pubda, sokakta edinebilirsiniz (ki ben Nele ve Adel ile sokakta tanıştım, şu anda en çok görüştüğüm yabancı arkadaşlarım onlar).

Buraya gelmeyi planlayan sevgili okuyucu arkadaşlarım, nasıl hayallerle geliyorsunuz bilmiyorum ama çooook fazla beklentiyle gelirseniz hayal kırıklığına uğrarsınız. Ben gelirken zerre birşey beklemiyordum o yüzden rahatım :) ve bir an önce şu Almancayı öğrenmeyi istiyorum. Hayat daha bir güzel olacak ondan sonra. Ve ayrıca buradaki insanlar Türkiye'dekilere hiç benzemiyorlar, kültür farkı derler ya ondan işte. Bir süre sonra bu kültüre alışıp, Almancayı da hallettikten sonra daha yaşanası bir yer halini alacak buralar. Bir de sevgili gerekli tabii.
dahası...


Göbeğim açıkta kalmış sabah, güneş göbeğime vurunca uyandım. Ali'yi havaalanına uğurlayacaktık. Ben anlamıyorum abi, eskort gibi mi görünüyoruz karşıdan bakınca? Daha bikaç gün önce oda arkadaşımı da biz götürdük havalanına. Bunlar çişten çıktıktan sonra bizi çağırırlar bu gidişle "Bilooo bittiiii". Bazen insanlar iyi niyetimi kötüye kullanıyorlarmış gibi geliyor. Zaten sıcak anasını satayım, hergün banyo yapıyorum! Bak bu son cümlem çok önemli. Valla her gün banyok yapıyorum. Ben! Neyse..

Sabah dediğim gibi güneşin göbeğime vurmasıyla uyandım. Kahrolsun güneş!! Sonra Ali kapıyı çaldı. Arkadaşı arabayla gelecekti bizi havaalanına götürmek için. Eğer araba olmasa havaalanına Landstrasse/Wien Mitte'den 1.8€ verip s-bahn ile yaklaşık 30 dakkada gidiyorsunuz ya da isterseniz CAT diye bi tren daha var (City Airport Train) o da 16 dk'da varıyor ama onun fiyatı 8€ ayrıca son olarak VOR diye bi tren çeşidi var o da 3.60 € ama farkı ne bilmiyorum, biraz daha yeni bir tren heralde. Neyse bu trenlerden herhangi birisine bindiğinizde havalanına varıyorsunuz ve direkt havaalanının içinde iniyorsunuz. Birkaç kat yukarı çıktıktan sonra ister maiknalardan (THY ve benzeri Türkiye'ye giden havayolu şirketlerinin o makinalardan check-in'i yok) isterseniz geleneksel yöntemlerden check-in yapabiliyorsunuz. Sonrasında uçağı beklemek için en uygun yer üst kattaki kafeteryamsı yer olsa gerek. Camdan kalkan uçaları izlemek gerçekten eğlenceli.

Ama bizde araba vardı ve olmaz olaydı! Spor model tek kapı bir araba. Arkadaki camı çok dar bir açıyla aşağıya doğru iniyor. Mübaala yok, benim gibi 174 (göz rengim kahverengi, saçlarım kumrala benzer siyah, göbekliyim, ilgilenen kızlar için mail adresim bears...) bi adam bile sığamadı oraya, iki büklüm o kadar yolu çektik. Bu da yetmezmiş gibi onca güneşi yedik ve komboyu tamamlayan ağır apaçi müzikleri oldu. Nasıl zor şartlar altında yolculuk yaptığımızı "bu kız çok tatlı çünkü Tokatlı" ya da ona benzer bir müziği duyunca farkettim. Size tasvirim ise inanın çok zor olur.

Eve geldiğimde gerçekten intiharın eşiğindeydim. Tüm yaşam enerjim çekildi resmen. Bünyedeki ağır apaçi sendrom ve zehrini atmak için Tool ve Pink Floyd enjekte ettim ama sadece bir nebze faydası dokunabildi. Düşündükçe hala tüylerim ürperiyor!!
dahası...


Blogger tarafından desteklenmektedir.