"N'aptın?"
          "Hiiç, gittim geldim işte."
          "Ben de onu diyorum, ne zaman alıyorsun vizeyi?"
          "Önce sınavlarını ver dediler."
          "Nasıl lan? Senin sınavlar daha ocakta ama."
          "Öyle... Benim memlekete gitme işi yalan olacak gibi."
          "Olmaz niye olsun oğlum. Acil durum vizesi alırsın, 30€ alt tarafı."
          "Oğlum onu şimdi harcarsam daha acil bir durumda ne yapacağım?"
          "Her zaman verirler ki onu."
          "Ne biliyorsun?"
          "O tombul çocuğa dedi ya kadın, 'senin vize yetişmez, acil durum vizesi verelim' diye."
          "Harcamaya gerek yok ya onu."
          "O değil de kadın perşembe getir eksikleri tamamdır dememiş miydi?"
          "Dedi."
          "Ee?"
          "Başka kadına denk geldik."
          "Ee?"
          "Ne ee mına koyim. Biliyorsun buradaki memurları, herkes insiyatif kullanıyor. Bu da sınavları beklemekten yana kullandı."
          "Sikeyim be!"
          "Ben de..."
          "Sen neden o gün tam götürmedin belgelerini? Al tarafı fotoğraf ve kaç kredi verdiğine dair belge verecektin! Dayaklıksın!"
          "Daha sadece 2 kredi verdiğim için, sınavlarım da ocakta olduğu için çok işe yarayacağını düşünmedim, o yüzden götürmedim. Fotoğraf olayı da; benim fotoğraf gayet geçerli bir fotoğraftı bence, kız beğenmedi. Ne dersem diyeyim her türlü haklısın. O gün belgelerim eksiksiz olsa tamam diyecekti, şu gün gel al vizeni. Ya da o kıza denk gelseydim yine, belki o zaman tamam al vizeni diyecekti." Evet pişmandım, 'keşke' diyorum, 'keşke biraz daha ciddiye alsaydım vize işini'. Hayatımda nadiren cümle içinde kullanırım 'keşke'yi.
           "Tamam ya neyse, sınavları verince gider alırsın vizeni."
           "Sorun o değil bro. Sınav verilir ama ben niye böyleyim?"
           "Nasılsın?" dedikten sonra kendimle ilgili tüm olumsuz şeyleri bir bir sıraladım.
           Buraya gelişimi düşündüm önce. Bilkent yıllarımı, oradan kaçmaya çalışmalarımı, gittiğim desen kursunuz, güzel sanatlara hazırlanışımı, götüm yemeyip Bilkent'e (sevmeye sevmeye) geri dönüşümü, mâli anlaşmazlıklar yüzünden okulun gereksiz yere 2-3 sene uzaması, sonunun gelmemesi, ilk kaçış noktamın Viyana olması, apar topar buraya gelmem, iki dönemde almancayı söküp, orta seviyede olduğu gibi bırakmam, üzerin bir yıldır doğru düzgün bir şey eklememem, kendimi günden güne köreltmem, okulun üstüne düşmemem, en nihayetinde de vasat başarıda bir öğrenci olarak bu muhabbeti yapmam. Evet çok canımı acıtıyor bu.
           Hiç bir zaman başarı kıstasım eğitim seviyesi, ders notları olmadı ama onun eksikliği de kötü hissettiriyor. Hadi onu geçtim ben kendimi bildim bileli okuyorum, ailenin tüm fertleri benim için kıçını yırtıyor! Kardeşim dahil. İçip içip aradığı sıralarda "abi benden bir bok olacağı yok zaten, ben burada iş güç hallederim, kaç para lazımsa gönderirim sana. Sen oku!" demesi bir insana ne kadar koyabilir tahmin edebilir misin? Hele o kardeş senden küçükse. Pozisyonlarımız tersi olsa ben de yapardım aynısını, sorun öyle bir fedakarlık yapıp yapmadığı değil, benim böylesine iyi niyetleri kötüye kullanmam. Annemle konuşurken de aynı. "Anne ben aslında girerdim de sınavlara ama zaten 3 kere girme hakkımız var bitirmeyeyim haklarımı dedim, kendime güvenemedim..." Sevgili annenin cevabı ne dersiniz? "Biliyoruz oğlum, hesap vermene gerek yok, en iyisini sen bilirsin. Senin okuyacağını biliyoruz biz zaten, yaparsın sen." Deme işte öyle. Nereden biliyorsun okuyacağımı?
             Ben tembel adamım. Okul da eve bir saat olunca hevesim kalmıyor okulla ilgili. Allah var Bilkent'teyken gerçekten canla başla ders çalışırdım. Severdim de çalışmayı. Sanırım dil yetersizliğinden böyle oluyor. Okulda aslında herkes sıcak kanlı, okuldaki neredeyse tek yabancı olduğum için de herkes gelip sohbet ediyor. Ortam da iyi aslına bakarsan yani. Biraz daha yakında otursam herhalde tüm vaktimi okulda geçirebilirdim.
             Bir de okulun sistemi meselesi var. Türkiye'deki okullarda sana paket seçenek verirler her dönem, onları alır okursun, ders seçmene gerek kalmaz. Belki seçmeli ders istersen onu seçersin, geri kalanı hazırdır zaten. Hazır olmayanları da bölüm sekreterine hallettirirsin; "Nurdan Abla yeaa şu benim derslere bir el atıversen!" diyerek. Burada derslerin her birini kendin seçtiğin gibi, sınavlara bile ayrıca kayıt yapıyorsun!
             Keşke dil kursunu 4 dönemde bitirseydim bile dedim. Nasılsa kredi veremedim, bir şey yapamadım bari kursta boş boş takılırdım, eğlenirdim.
             "Saçmalama lan ne yapacaksın 2 dönem daha dil kursunda? Daha ne öğretecekler sana, sonrası sana kalmış. Sokağa çık milletle muhabbet et, buralı arkadaşlarınla vakit geçir. Önceden daha akıcı konuşuyordun sen, farkındasın değil mi?"
             "Farkındayım."
             "E ne oldu şimdi de böyle geriledin?"
             "Haytalık abi, tamamen. Okul meselesi de tamamen o yüzden. Kendime vakit ayırmadım hiç bu dönem. Öyle akıntıya bıraktım kendimi. İstiklal Caddesi'nde haftasonu yürüyormuşum gibi kalabalığa bıraktım kendimi. Gitmek istediğim yeri unuttum, öylesine hareket ediyorum.
             "Hah! Hasbama bak, sen nereden biliyorsun İstiklal'in hafta sonu kalabalığını?"
             "Filmlerden falan, hem ne bozuyorsun lan! Ergenken yazları festivale giderdik ya, o zaman yürürdük hep o yolu."
             "Ergenkendi o, ben hatırlamıyorum bile ne kadar kalabalık olduğunu."
             "İki dakika çeneni tutup hisli adam tribine sokturmadın. Dertliyim oğlum, şu sınavları vermem lazım, vizeyi alamıyorum, şubatta bir yere gidemiyorum, sınavlara stres altında çalışacağım, bizimkileri özledim, kediyi özledim, Çağla'yı, Gizem'i, Özkan'ı, Kençal'ı, Erhan'ı özledim."
             "Gizem zaten olmayacak oralarda sen gittiğinde. Çağla İstanbul'da, Kençal İzmir'de, Erhan ve Özkan'ı görürsün, o da eğer Ankara'ya gidersen."
             "Off o da doğru, giderim ben de! Hem Esra'yı da görürüm belki."
             "Sen boşver hayalleri, acıktım ben. Ne aldın?"
             "Hellim aldım, yumurta aldım bir de kola."
             "Koçum benim! Kıbrıs'ta gibi hissettim bir an hellimi görünce. Sen otur, ben hellimi doğrarım."
             "Oğlum ne olacak benim şubatta memlekete gitme meselesi? Kıllık yapmasalar bari vize konusunda. Bir de oğlum ben adam olayım artık ya! Tertipli, sorumlulukları olan falan..."
             "Olursun koç, onu da olursun. Önce bir benim hellimli yumurtamı ye de ondan sonra ne oluyorsan ol!"
             "Göt! Ben de domates doğrayayım bari, ne yapalım. Birazdan babamı arar durumu izah ederim, o sonsuz tölerans denizinden neler sunacak bakalım bu sefer. Cidden üzülüyorum ama artık ya!"
             "O zaman sana Kesmeşeker'den gelsin, yeni albümden, Herşey Sermaye İçin Sevgilim."



*Harbiden hepinizi özledim lan! Kedi canını yediklerim!


Blogger tarafından desteklenmektedir.